17 Agustos 2004
17 Agustos 1999 günü Tokyo havaalanında
ailemle birlikte Türkiye'ye dönmek için uçak bekliyordum. Anneme telefon etmek
için gitmiş fakat telefonu düşüremeden gelmiştim. Geldiğimde başta eşim olmak
üzere bir çok diğer uçak bekleyen Türk'ler ağlıyordu. Elinde cep telefonu ile
sürekli bir yerlerle konuşan hostes hanımdan "Avcılar'da deprem olmuş" diye bir
haber aldım. Hostes hanım "şu an havaalanının durumunu anlamaya çalışıyoruz ve
inmeye müsait mı değilmi öğrenmek istiyoruz" dedikten sonra "sakın diğer sizinle
aynı uçağı bekleyen Japonlar'a belli edip telaşlandırmayın" demeyide ihmal
etmedi. Aslında o an benimde ağlamam gerekirdi fakat ne varki herkezin ağladığı
yerde bir ağlamayan ve kendine hakim bir insanın olması daha önemli diye düşündüm.
Niçin ağlamalıydım çünkü ailem Avcılar'da denize hakim bir noktada yapılmış 8
katlı bir binanın 6.katında oturuyordu. Bu binanın devamlı altı su alırdı ve
bende bina toplantılarında binanın altının şu alması olabilecek bir depreme
binanın dayanımını azaltır çünkü gevşek zemin deprem dalgasının genliğini yani
binanın hissediş süresini arttırır demiştim. Bunu demeye "Deprem Biliminde"
doktorasını almış bir insan olarak hem hakkım hem de zorunluluğum vardı.
Sonunda uçağa bindik ve yol boyunca eşimin sürekli ağlaması ve türk
hosteslerinde gözü yaşlı bir şekilde sürekli Türkiye depremi ile haber geçmesi
ile yolculuk geçiyordu. Tabi ben kendi kendime demek ki "Allah beni depremin
dışında tuttu ve ailemin bedenlerini bulup gömmek için" diye içimden geçiriyor
ve hayatın herkez için bilinmez olduğunu düşünerek belkide bizimde ölümümüz bu
uçağın kaza yapması ile olabilir diye soğuk kanlılığımı koruyordum. Çünkü
ağlamanın o an için bir pratik faydası yoktu aksine ailemin tamamının %90 olasılıkla
ölmüş olduğunu düşündüğüm bir durumda metin ve dik olmalıydım.
Havaalanına vardık ve bizi karşılayacak kimse hayatta nasıl olsa kalmamıştır
diyerek bagajları alıp havaalanından çıkmaya başladık ve o an kardeşimi el
sallarken gördüm. Başkalarıda var mı diye sordum ve babamıda annemide görünce
iyice rahatladim. Bu benim için bir mucize idi.
Daha sonra ne olduğunu sormak mümkün oldu. Annemin oturmuş olduğu binanın yanında
ki bina yıkılmıştı ve 35 ölü çıkmıştı. Fakat bu bina yıkılırken annemlerin
oturduğu binaya çarpmış ve bu nedenle deprem artı binanın çarpması binayı
oturulamayacak hale getirmisti. Kardeşimin bir türlü sigortalatmadığı arabasıda
binanın altında silindir gibi olmuştu.
Anlaşılmayan ve sonradan tartışılan konu müteaahhidi aynı olan iki binadan
birinin yıkılırken diğerinin hem deprem hem de öbür binanın çarpmasına rağmen
nasıl ayakta kaldığı idi. Bizim oturmuş olduğumuz binanın sahibi Doktor bey
binanın temel atımından bitimine kadar hep başında durmuş ve hem kendi oturacağından
hem de olabilecek bir deprem tehlikesini gözeterek çapı 16 mm olan demir
kullanmaya müteaahidi mecbur tutmuş. Tabi yanda ki ikiz binanın sahibi bu kadar
bilinci olmadığı için ve müteahhid cebine biraz fazla girsin diye 12 mm lik
demir kullanmış. Yıkılan ve yıkılmayan iki binanın arasında ki bu bilinmezin
ortaya çıkmasından sonra gistermiş olduğu bilinçten dolayı ailemin hala bugün
hayatta olmasında katkısı olan doktor beye yaşıyorsa sağlık eğer oldu ise
Allah'dan rahmet diliyorum.
|